10 Şubat 2010 Çarşamba

FACEBOOK'A KIZMAYIN..

Son zamanlarda hayatımıza yer eden çok fazla sayıda yeniliğin yada icadın olduğu sanırım hiçbirinizin o güzel gözlerinden kaçmamıştır.Öyle ki yer yer kendi kendimize sorar dururuz " La cep telefonu olmadan önce biz naapıyoduk.. ?" yada " İnternet yokken biz nası vakit geçiriyoduk,neyi nasıl arayıp buluyoduk, wah wah wah,tüh tüh tüh.." diye.Adeta bir parçamız,elimiz, kolumuz,kafamız,gözümüz gibi oldular ve günden güne,teknolojinin akıl almaz bir hızla hareket etmesiyle bizleri kendilerine daha bir bağımlı hale getirdiler.Merak etmeyin burada kalkıpta kıyamet senaryoları türetmeyeceğim.Bahsedeceğim mevzuya böyle bir giriş yapmayı daha uygun bulduğumdan,hepinizin farkında olduğu bir gerçeği birde ben dile getireyim dedim benim korsan CD'ye para vermeyipte torrent'i kullanarak film indiren parlak zekalı okurlarım.

Başlıktan da anlayacağınız üzere konumuz,sıklıkla ilişki içerisinde bulunduğumuz facebook.Takip ediyorsanız eğer son zamanlarda sitenin yapısında gerçekleşen değişiklik gözünüzden kaçmamıştır ve muhtemelen sizlerde çokça homurdanmışsınızdır.Doğrudur aslında alıştığımız şeylerden kolay kolay ödün vermeyiz,gayet insani bir tepkidir bu.Ancak şunu sakın unutmayınız benim kara kaşlı kara gözlü okurlarım,yaklaşık 600 milyon aktif kullanıcısı olan bu sitede meydana gelen her türlü yenilik,sizlerin web üzerindeki bütün manevralarınızı daha da rahatlatmak içindir.

Malumunuz,ilk günlerinden günümüze kadar web sitelerinde gözle görülür belli yenilikler oldu.Tasarım anlamında çok gözalıcı teşebbüslerin yanında asıl önemli olan,işin arka planda çalışan yapısıyla alakalı akıllıca fikirlerdi.Öncesinde kullanıcı etkileşimli,dinamik web siteleri ve 3 katmanlı mimari kullanımı yaygınlaştı,hemen arkasından da AJAX yapısı kullanılmaya başlandı.Sıkça kullanmış olduğumuz facebook,twitter,google,youtube gibi sitelerde belki pek farkında olmasakda AJAX yapısının nimetlerini,bazende sıkıntılarını yaşamaktayız.Bakın söylemesem belki de hala farkında değildiniz değilmi.. ? Neyse havaya girmeyeyim..

Teknik olarak ne olduğunu burada detaylı bir şekilde anlatmamakla birlikte kısaca vazifesinden bahsedeyim;bir sayfanın yüklendikten sonra hala belli kısımlarının veri alış-verişinde bulunması ve sayfa üzerinde sadece gereken noktalarda yenıden yükleme yaparak,bandgenişliğinin daha verimli kullanılmasını ayrıca web trafiğininde daha bir rahatlamasını sağlar.Eyjeks diye okunur,sakın olaki ayaks demeyin,kızarım,darılırım.Google'da ve youtube'da arama yaptığınızda size önerilerin çıkması AJAX'ın sonucunda olan bir durumdur.Facebook üzerinde de sıkça AJAX kullanımına rastlamaktayız.

Dikkat etmişsinizdir,bir fotoğrafın yada herhangi başka bir gönderinin altına yorum yazdığınızda bütün sayfa yeniden yüklenmez(-ki ilk zamanlarında böyleydi..),sadece o bölge yeniden yüklenir ve yorumunuz oraya yerleştirilir.Yani sadece o kısımda bir veri alış-verişi gerçekleşir.Statünüzü değiştirdiğinizde de benzer olay olur,komple bir yeniden yükleme yerine sadece o yazının ekleneceği bölümde yenilenme olur.Bunların yanında sevgili okurlarım,sitenin tasarımında en son yapılan değişiklik,genel kullanıma AJAX'ı yedirmiştir.Home kısmında,artık gönderilerinizi sayfa yeniden yüklenmeden,ilgili hücrenin yenilenmesiyle çok rahatlıkla görebilirsiniz.Bu sayede oluşabilecek bir çok tıkanmanın da önüne geçilmiştir,ayrıca sitenin kullanımı da belli oranda daha hızlı bir hal almıştır.Tasarımında yapılan yenilik de güzel bir kullanım kolaylığı sağlamıştır.

İçinizden diyorsunuzdur mutlaka bunun hiçmi kötü bir tarafı,bir dezavantajı yok diye.Olmaz mı benim araştırmacı ve sorgulamacı ruhunu hiç bir zaman yitirmeyen okurlarım,tabi ki var.Sen o kadar kolaylık sağla,web trafiğini düşür,bandgenişliği bilmem ne eywallah ama sıkıyosa arka arkaya bir kaç kere geri dönüş yap bakayım daha önce bulunduğun yerlere.Herşey öyle bir karmaşıklaşabiliyor ki bazen hakkaten saç baş yoldurabiliyor.O derece yani.Sen bu kadar yenilik yap,bunun önüne geçeme.. Vallahi yazık..

Pek bir kullanıp,vakit ayırdığınız facebook'daki bu yeniliklere tepki vermeden önce şunları unutmayın ;bu adamlar site üzerinde daha rahat hareket edin,daha rahat kullanın ve sıkça hatta bol bol kullanın diye bütün bu tasarım değişikliklerini yapıyorlar.Evet,kullandıkları yapıların dezavantajlarıda yok değil ancak kullanım kolaylığı sağlamanın yanında,web teknolojilerindeki gelişimi direk sitelerine yedirip,kendi imal ettikleri ürünü daha güzel pazarlamaya çalışıyorlar ve sizide bu yeniliklerden asla ihmal etmiyorlar.Çok enteresandır ki bunun için grup açıp milleti ayaklanmaya teşvik eden üstün zekalılar var.Şiddetle kınıyorum onları ve son olarak diyorum ki;siz sakın onlara uymayın,sadece gülün ve geçin.. İleride olabilecek daha farklı yeniliklere de kendinizi hazır tutmanız,yazarınız ve bir kaç gün sonra bilgisayar mühendisi olucak bir kardeşiniz olarak size tavsiyemdir çok ama çok sevgili okurlarım..

Sağlıcakla kalın..

8 Şubat 2010 Pazartesi

FUTBOL BİLGİSİ,İSTATİSTİK BİLİMİ VE BAHİS FACİALARI..

Çokça sempati duyduğum Mancester United'ın,hala içindeki çocuğu yitirmemişcesine bir afacanlıkla sakız çiğnemeyi beceren,sir lakaplı teknik direktörü Alex Ferguson'un gayet doğru bir lafı vardır.Hocamız der ki : "İstatistik bilimi mini etek gibidir,neredeyse herşeyi gösterir ama asıl görülmesi gerekeni asla göstermez..".Bilge adamın hali heleki tecrübeylede yoğurulunca epey bir farklı olur ve biz genç nesillere tadından yenmeyecek güzellikte tecrübelerini aksettirebilme imkanını o yüce şahısa yada şahıslara sağlar.Benim gibi bahis denen bela ile az çok ilgili herkesin ister istemez başvurduğu,vururken belki de farkında bile olmadığı İstatistik bilimi çok ama çok tuhaf bir şeydir.İşte yukarıda yazmış olduğum söz,bilgeliğin ve tecrübenin,şahane bir homojenlikte karışıp,bir bilim dalı için dahi olsa bile ne kadar doğru sözleri bir araya getirebileceğini gözler önüne sermektedir.

Malumunuz,Türk insanının,hele ki erkek nüfusun çokça muhatap olduğu konular gayet aşikardır sevgili okurlarım.Bu konuların hemen hemen zirvesinde ise tabi ki pek bir sevdiğimiz,canımız,ciğerimiz,herşeyimiz olan futbol vardır.Konusu açılınca herkes teknik direktördür,herkes başkandır,herkes futbol yazarıdır,herkes doğru transferi yapar,doğru oyuncuyu bilir yada bizzat kendisi doğru oyuncudur ama garibim hala keşfedilememiştir.Pazar akşamları futbol tartışma programları bizi ekranlara kitler,her birini nefes almadan hatta bazen nefes vermeden izler dururuz.Zevkli bir şeydir futbol.İzlemesi keyiflidir,konuşmasıda ayrı bi keyiflidir.Sonuç itibariyle,ucundan da, kıyısından da,dibinden de yada kökünden de olsa belli bir futbol bilgisine her daim sahibizdir.

İşte sevgili okurlarım,biraz istatistiğin size sağladı verileri yorumlamayı becerebilen,biraz da futbol bilgisine sahip bazı sivrizekalılar (-ki o sivrizekalılara bende dahilim..) bu yeteneklerini bahis yoluyla maddiyata dökmek ister.Zaten filmde burdan itibaren başlar.

Bundan aşağı yukarı 3 yıl önce,yazın sonlarına doğru bir cumartesi günü evde boş boş oturmaktaydım.Canım sıkılıyordu,yapacak hiç bir şey yoktu.Tabir-i caizse,bilgisayarımın başında mal mal oturmaktaydım,arada bir TV'yide yoklayıp magazin programlarını takip etmekteydim.Sonrasında nasıl olduğunu benimde anlamadığım bir şekilde,bir aydınlanma geldi zihnime."Lan.." dedim kendi kendime,"Lan oğlum,az çok bi futbol bilgin var,ligleri felanda takip ediyosun.E böyle evde mal mal oturduğun hafta sonlarında bahis oynasana.. Hem vakit geçer,hemde elin ejnebi takımlarının oynadığı maçları daha bi heyecanla izlersin,hayatına renk gelir..".Aynen kendime bunları söyledim sevgili okurlarım.Kusura bakmayın,kendimle çok lanlı lunlu konuşurum,yabancı değiliz ne de olsa.

İşte bu parlak fikir,ilk başlarda çok tatlı gözüksede,sonrasında ciddi saç baş yoldurmalarıda beraberınde getirdi.Sadece kendime değil,etrafımda bahis ile ilgilenen diğer arkadaşlarımında durumlarını incelediğimde şu sonuca vardım benim meksika dalgası yapmaktan ayrı bir haz alan okurlarım.Ufak miktarlarda ve eğlence de kaldığı zamanlarda sıkıntı yaratmıyordu ancak büyük meblağlarla oynanan bahis,çoğunlukla büyük sıkıntılarıda beraberinde getiriyordu.Hatta ufak oynananlar bile kimi süprizlerden dolayı yattığında ciddi hakaret kombinasyonlarını ağızlara pelesenk edebiliyordu(kendimden biliyorum..).

3 yıllık tecrübem bana şunu öğretti;bu işin yüzde 90'ı şans,yüzde 5'i istatistik ve geri kalanıda futbol bilgisidir sevgili okurlarım.Eğer ki şansınız yoksa,istediğiniz kadar verileri analiz ederek yorum yapın yada bütün dünya futbolunu çözmüş olun faydası yoktur.O yüzdendir ki kendini profesyonel bahisçi olarak görenlere hatta bu kimlikle yazarlık yapanlara neremle güleceğimi hep şaşırmışımdır.

Neyse benim akıllı uslu ve ilim irfan sahibi okurlarım,çok detayına inmeden size bahisle alakalı belli şeyleri kendimce söylemeye çalıştım.Şimdi ise yaşadığım en trajikomik bahis facialarını kısaca size anlatacağım.

İlk bahsedeceğim faciaya,ben ve bitanecik kankam imza attık(deşifre olmamızı istemediğimden isim vermiyorum..).Sıkıntılı bir günde,acaba naapsak muhabbetinin sonunda hesaba yatırılan 25 lira'yı,envai çeşit maymunluklar ve şanssızlıklarla cebelleşip 700 lira yapan bizler,barcelona ve galatasaray'ın yaptığı minik süprizler sayesinde,2 gün arayla koskoca 700 lirayı eritmiştik.Bugün bile hala o parayı neden çekmediğimizi birbirimize sorar,dururuz.

İkinci facia ise benim pembe yanaklı,al dudaklı bir kankamın başından geçmişti.Çok detaya inmeden kısaca şöyle diyeyim,Arsenal'in gol atamazına iki kere bahis yapan arkadaşım,90 ve 90+3 de gelen gollerle yıkılmıştı ve arsenal'e lanet etmişti.E haksızda değildi sanki.

Sıradaki faciaya bizzat kendim imza attım sevgili okurlarım.Çok güzel bir kupon yapmıştım,herşeyden adım gibi emindim ama tek bir maçta duygularım ve mantığım çelişiyordu.Fenerbahçe İnter ile oynayacaktı,maç Kadıköydeydi ve ben ne yapacağımı bilemıyordum.Sonuçta bu bahis işiydi ve duygulara burada yer yoktu.Gerekirse babamı bile karşıma alabilirdim.Uzunca devam eden bir muhasebe sonucunda,kuponuma 6. maç olarak bu maçı koydum ve mantığımın sesini dinleyerek "La koskoca inter yenilmez heralde.." dedim.Oysa ki kader ağlarını örmüş,taraftarı olduğum renklere yaptığım bu ihanet cezasız kalmamıştı.Geri kalan 5 maç rahatlıkla gelmişti, aşşa yukarı 300 lırayı almam tek bir maça bakıyordu.Hatırlayacağınız üzere,Deivid'in muhteşem goluyle Fenerbahçe 1-0 kazandı,hatta bırakın kazanmayı İnter'i adeta kepaze etti.Hayatım boyunca ilk defa Fenerbahçemin maç kazanmasına ağlamaklı olabilecek kadar üzülmüştüm ama haketmiştim bu acıyı,dayanmalıydım.Kendi takımıma güvenmeyerek,300 lira yerine babayı aldım benim full hd yayın kadar parlak zekaları olan okurlarım..

Son bahsedeceğim facia ise yine yakın bir arkadaşımın başından geçti.Aynen benim gibi eğlencesine,biraz da uçuk bir kupon yapan arkadaşım,son maç olarak Barcelona-Malaga maçına +7 oynamıştı (bilmeyenler için;bahisinizin tutması için o maçta toplamda 7 gol yada üstü olmalı).E yani bu dünyada yaşıyorsanız,heralde barcelona'nın nası bir futbol oynadığını az çok bilirsiniz,o yüzden uzun uzun anlatmaya gerek duymuyorum.Her neyse,yapılan kupondaki diğer bütün maçları tutmuştu ve tahmin edeceğiniz üzere herşey barca'ya kalmıştı.O heyecanla telefona sarılan arkadaşım beni aramıştı ve çocuksu bir sevinçle,gelicek olan 1000 liraya yakın parayla neler yapacağını anlatıyordu.Sevinmiştim onun adına.Aslında maçı tv'den takip edecektim ama bir işim çıktığından aynı saatlerde dışarıda olmam gerekti.Eve döndüğümde ise maç aklıma geldi ve hemen neti açıp skorları kontrol ettim.İnanılır gibi değildi sevgili okurlarım,daha maçın 57.dakikasıydı ve barcelona 6-0 öndeydi.Domestosla temizlenmiş tuvalet kadar temiz olan kalbim sayesinde,arkadaşım adına inanılmaz bir sevinç kaplamıştı bünyemi.Daha maçın bitmesine yarım saat vardı ve zaten 6 gol olmuştu..

Gerisini tahmin edebileceğiniz için yazma ihtiyacı hissetmedim çok değerli okurlarım.Dediğim gibi;bu işin yüzde doksanı'nı şans faktörü oluşturuyordu.

Özet olarak şunu söyleyeceğim sevgili okurlarım;bahisten hiç bir zaman siz kazanamazsınız.Kazandığınızı zannettiğiniz zamanlarda bile kazanan siz değilsinizdir aslında.Sadece o anlık bir başarı hissidir,çunkü anlamadığım bir sistemle o kazandığınız paralar,bir şekilde uçar giderve o bahis düzeneği içinde yerini alır.Evet eğlencesine yada evde oturduğunuz zamanlarda bir vakit geçirme aracı olarak,ufak meblağlarla oynanan bahislerden kimseye bir zarar gelmez ancak bunu bir geçim kapısı yapmaya çalışan yada buna özenen insanlara,tek bir gerçeği hatırlatmam gerekir affınıza sığınarak..

Bahisde, her daim kasa kazanır..

Sağlıcakla kalın..

5 Şubat 2010 Cuma

ARABESK.. FAZLA SÖZE GEREK VAR MI..

Yeni bir güne,uyuşuk bir beden,dinlenmiş bir beyin ve yorulmuş gözlerle uyanmıştım.Hava kararsızdı ve bu karasızlığı, her insanda yapabildiği gibi benimde ruh halimi daha ilk dakikalardan etkilemeye başlamıştı.Bazen ciddi şüphelere düşsemde,özümde bende bir insan vasfına sahiptim.

Kahvaltı etmedim.Kendimi bildim bileli sabahları anlaşılmaz bir mide bulantısıyla uyandığım için ilk 2 saat içinde bir şey yiyemıyordum ancak çay ve sigara'ya asla hayır diyemiyordum.Velhasıl öylede oldu,ilk çayımın yanında sigaramıda pöfür pöfür içmekteydim.Dumanaltı bir ortam oluşmuştu.Annemin haklı bir isyanı vardı bu duruma.Gözü gibi baktığı evinin,benim tarafımdan işgal edilmiş olan odası adeta sigara yasağı öncesi kasımpaşa mahalle kahvesi kıvamında bir atmosfere bürünmüştü.Canım annemin verdiği iğneleyici tepkilere daha fazla dayanamayan ben,açıkcası bir nebze kendi sağlığımıda düşünerek odamın camını açtım.Önce beni kendime getirmeye yetipte artan soğuk bir rüzgar,hemen arkasından da nerden geldiği belirsiz Müslüm Gürses'in sesi adeta içime işlemişti.Ve o anda beynimde bir şimşek çaktı benim kafaları çift çekirdekli işlemciden daha hızlı çalışan okurlarım.Bugünkü yazım,adeta genlerimize kodlanmış olan arabesk üzerine olmalıydı.

Hemen söyleyeyim,kalkıpta burada size bir sosyolog edasıyla neden böyle bir eğilimimizin olduğunu veya bunun sosyo-kültürel etkileri,psiko-sosyal dinamikleri(?)yada anti-bakteriyal faydaları üzerine açık oturum yapma gerekliliğini felan söylemeyeceğim çünkü bu tartışmaları cidden komik bulmaktayım. Bunu derin derin tartışacağımıza çok daha öncelikli şeyler olduğu kanısındayım ama asla buradaki yazılarımda o konulara girmeyeceğim,gerek yok.Zaten ağzı olan herkes o konularda birşeyler söyleyip duruyor.Bende kusur kalayım artık..

Olay gayet basit.Tarih boyunca envai çeşit medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu'nun her santimetre kare toprağı,özünde ciddi bir kültür yelpazesini ve farklılıkları barındırmaktadır.Artık havasındanmıdır suyundanmıdır bilinmez,bu toprakların son evsahipleri olan bizler ne denli başka kimliklere bürünsekde,hep özümüzde o çeşitliliği barındırırız.Kimimiz bunu kabullenir ve rahat rahat yaşamasına bakar,kimiside inkar etmeye çalışır yada görmemezlikten gelir ancak o farklılıklar yelpazesi,günden güne tetikleneceği dakikalari bekler durur.Kimimiz belki daha batılı bir hayat tarzını seçmiştir ki asla buna bir itirazım olmaz,kimimizde daha özü diye benimsediği yaşam tarzına tutunmuştur. Bunların etkisinde gerek fiziksel,gereksede ruhsal olarak yetişip vitrine çıkan birey,bazı talihsiz zihniyetler tarafından çeşitli etiketlerle anılırlar.Kokoş,entel,apaçi,klabır,tiki,gotik,kro,amele vs vs. bu etiketlerden en belirgin olanlarıdır.Ama değerlendiren o zihniyet bilmezki hepsinin bir kesişim noktası vardır ve o nokta arabesktir..

Dediğim gibi benim yelpazesi geniş okurlarım,mutlaka sizlerde bu etiketlenmeye maruz kalmışsınızdır.Beni sorucak olursanız hayatım bu yakıştırmaları ustlenmekle geçti desem yalan söylemiş olmam.Peki sorarım sizlere hanginiz İbrahim Tatlıses dinlemedi hayatında..?Hanginiz Müslüm Gürses'in bir şarkısını dinleyip damara bağlamadı..?Hanginiz Orhan Gencebay'ın "Batsın bu dünya "şarkısını dinleyip isyan etmedi..?Soruyorum size kaç taneniz sevgilisinden ayrıldığında Cengiz Kurtoğlu dinleyip ağladı..?Kibariye'nin sesi hiç mi alıp götürmedi sizi kendi bünyenizden,acı ve hüzün dolu o diyarlara..?Hadi tutun ki bütün bunları dinlemediniz o derece karşıt bir duruşunuz var diyelim,siz o Serdar Ortaç'ın,Sıla'nın,Rober Hatemo'nun ve şu an aklıma gelmeyen daha bir çok pop müzik sanatçısının,özellikle slow diye nitelendirilen bir çok şarkısının arabesk altyapısından beslendiğini hiç mi farkedemediniz..?

Yukarıda,böyle bir hırçınlıkla sorduğum bu sorulara çoğunuz mutlaka evet demiştir.Ne olursak olalım arkadaşlar,arabesk müziğe karşı,bir ucundan da olsa bile,hepimiz çözümlenemez bir sempati taşıyoruz.Tarihe baktığımızda,Türk kültürünün gelişimi genel olarak etkileşimler sayesinde ortaya çıkmıştır.Temas halinde bulunduğumuz diğer kültürlerden bazı şeyleri alıp,kendi yorumumuz ve güzelliklerimizi katarak yepyenı şeyler oluşturmuşuz(bkz türk hamamı ve nargile..).Arabeskde böyle böyle içimize girmiş.Özellikle müslümanlığı seçip,gerek inanç,gerekse de kültürel anlamda Arap toplumuyla belli oranda bir kaynaşmamız,her alanda olduğu gibi muziğimizide etkilemiştir.Yani şu gün ki arabesk müziğin temelleri böyle atılmıştır.Zaten arabesk de arap etkisi ve enstrümanlarının yoğunlukta olduğu,gamın ve notaların bu etki ile dizilerek ortaya çıkarttığı bir akım olarak adlandırılabilir. Zaman içerisinde bu müzik,toplumun dertlerini ve acılarını,yer yer de sevinçlerini dile getiren özlü sözlerle birleşip,son halini almıştır.

İnsanların tahminimce arabesk'e olan tepkisi müziğe karşı değil,daha çok bunu hayat tarzı olarak benimsemiz değişik ağabeylerimize karşıdır.Kendine bir model seçememiş ve karakteri ciddi sorunlarla boğuşan bazı şahıslar,ne yazık ki kendilerini belli akımlara kaptırabilirler ve sonucunda da ortaya ciddi bir sosyolojik facia çıkar.Bu sadece arabesk'e özgü değildir,yığınla örnek verilebilir.Ama ne güzeldir değilmi son derece hoş ve modern görünümlü bir bayanın yeri geldiğinde müslüm dinlediğini itiraf etmesi,hatta bunla gurur duyması.Beni benden alır, götürür,gezdirir,gezdirir ve tekrar kendime getirir.

Aslında saatlerce yazsam bitiremem bu konuyu benim baldan tatlı ama kalorisi düşük okurlarım.Kendi küçük beynimin el verdiği kadar bu konuyla alakalı fikirlerimi sizlerle paylaştım.Siz siz olun arabesk'e sırtınızı dönmeyin.Sadece arabesk'e değil hiç bir şeye karşı anlamsız önyargılar içermeyin.Tanıyın,bilin,fikir edinin ama asla hoşgörüsüz olmayın ve küçümsemeyin.Ne olursa olsun size katacağı bir şeyler,tırnağın içindeki ufak pislik parçaları kadar dahi olsa bile,mutlaka vardır.

Eee ne demişler.. Kral'a selam,damara devam..

Sağlıcakla kalın..

4 Şubat 2010 Perşembe

KELLİK;KADER DEĞİL BİR YAŞAM BİÇİMİ..

Daha başlığı görür görmez homurdanmaları duyar gibiyim.İnanın bana,kesinlikle kendini tatmin etmek için saçma sapan bir züğürt tesellisine başvurmaya ihtiyaç duymadım şu güne kadar.Benim asıl zorum,saçları seyrelen ve dökülen insanların sürekli toplum içerisinde birbirinden seviyesiz esprilere maruz kalmaları ve aslında belli başlı bazı gerçeklerin gözden kaçmasıdır.Çok ciddi bir giriş yaptım farkındayım sevgili okurlarım ama gına geldi.Yeter artık ne kadar sırma saçlı insan varsa,kız erkek ayırt etmeden alayına isyan moduna girmeme adeta ramak kaldı.

Biraz soluklandıktan ve bir adet sigara içtikten,hatta ntv spor'da da fransa ligi özetlerini izledikten sonra konuya isyanımın temellerine iniş yaparak girmeye karar verdim çok sevgili okurlarım.

Bundan yıllar,yıllar önceydi.Altunizade'de ilahiyat fakültesinin önünden,adeta ikinci evim olan Capitol alış-veriş merkezine doğru ilerlemekteydim.Gençtim,hayallerim,hayata dair ümitlerim vardı.Herşeyden evvel,saçlarım vardı.Evet hemde o kadar çok saçım vardı ki,kanımca benım haricimde iki insana daha yeterli olabilirdi.Ense hizasında bulunan saçlarım o kadar güzel ve o kadar dalgalıydı ki,şu blendax reklamlarında kazaya sebebiyet veren kızlar yanımda halt etmişti(saç konusunda tabi ki..).

Saçlarımı savura savura yürürken, bir ara istemeden elimi attım şakağıma doğru.Hafiften esen rüzgar,saçlarımı görüş açımı kapatacak derecede hoyratlaştırmış,o kadar da vahşileştirmişti o masum yüzümü.Tam düzeltirken,karşıdan,muhtemelen 35-40 yaşlarında,abla ile teyze kavramları arasında sıkışmış kalmış bir bayan bana doğru yaklaşıyor,hayranlık dolu bakışlarını benden alamıyordu.Sakın yanlış anlamayın baldan tatlı okurlarım,hikayenin gidişatı her ne kadar erotik film tadında olsa da, devamı hiçde öyle değildi.Bayan yanıma usulca yaklaştı, "saçlarınıza ne ile bakım yapıyorsunuz" diye sordu.O zamanların verdiği utangaç çocuk tavrı yüzünden "hebelehübele" die kekelememin sonucunda,bayan kaçarcasına uzaklaştı ve tarihin tozlu sayfalarına kendini bırakmış oldu.

O anda beynimde bir şimşek çakmıştı.Benim saçlarım,karşı cinsi dahi kıskandırıcak derecede güzeldi ve sonsuza dekte öyle olacaktı.Capitole doğru giderken,içimde çocukça bir sevinç ve babamın sürekli " çok oynama,dökülücekler sonra.." lafına alaycı bir yaklaşım vardı.İşte bu kibir,çok acımasız bir gerçeği gözden kaçırmama sebep olmuştu.

Bizim sülalenin erkeklerinin yüzde doksanı keldi ve genetik bilimi çok ama çok acımasızdı.O kadar acımasızdı ki bu gariban,yeni yetme gence bir seçme şansı dahi tanımamıştı..

İşte o günlerden bu günlere çok şey değişti.Her ne kadar kafam hala Atatürk hava limanı pisti kıvamında olmasa da, tam merkez kısmında yangın çıkmış ama kenarlara bir şey olmamış belgrad ormanlarını andırmıyor desem yalan sölemiş olurum.He peki sorun bana bu halinden pişmanmısın diye,hadi sorun sıkıyosa.. Alacağınız cevap koskoca bir hayır olur.

Diyeceksiniz ki neden.. ?

Birincisi;erkek tipi bildiğimiz kelliğin en baba nedeni,siz saçları dökülmeyen,fırça saçlı arkadaşlarımızdan daha fazla erkeklik hormonuna sahip olmamızdır. Bu bahsi gecen testesteron hormonu o derece fazladır ki,normal şartlarda işe yaramayan bir enzimle birleşip saç köklerine öldürücü bir etki gösterir. Ensedeki saçlar bu enzim ve testesteron birleşiminden etkilenmezler ancak tepedeki hassas saç köklerimiz,bu aşırı erkeksi tavrımıza dayanamaz ve dökülür.Eee benim bayram şekeri kadar tatlı okurlarım boşuna dememişler demi "keller,her tötü eller.." diye.Sakın üzülmeyin benim seyrek saçlı kardeşlerim.Bir çoğunuz,o saçlarını savura savura ortalarda dolanan Behlül'den daha erkeksiniz.Kim tutar sizi..

İkincisi;aslında çok açık ve nettir.Belli sıkıntılardan,dertlerden,düşüncelerden kendini alamamıştır insan ve dolayısıyla bundan ilk tepedeki saç kökleri etkilenir.Yolda yürürken,düşünceli düşünceli dolanan ve saçı seyrek bir insan mı gördün,hemen makaraya alma "puhahahaha tipe bak" diye.O kardeşim ki dertlidir,düşüncelidir,hayatın yükü omuzlarındadır,duygusaldır ve hassasdır.Bu derece duyarlı olduğu toplum,onu kimbilir nası bi mizah malzemesi yapmıştır.Canım kardeşim benim,kelinden öpüyorum seni..

Üçüncü neden ise sadece bir cümleyle özetlenebilir aslında."Maden olan yerde,ot bitmezmiş".O kardeşim ki saçsızdır ama zehir gibi bi beyine sahiptir.O sanatçıdır, o bilim adamıdır,ilim irfan uğruna dökmüştür saçlarını,o kafa yorar, o düşünür, o yorumlar.O bu toplumun aydınlık yüzüdür aslında ama saçı olmadığı için dalga konusu olmaya mahkumdur kendini bilmez bazı ortamlarda.Çok duygulandım şu an sevgili okurlarım.

Son neden ise aslında yukarıda bahsettiğim nedenlerin toplamında ortaya çıkan ve kendi gelişim sürecimde de gözlemlediğim bir durumdur.Ne yaparsanız yapın asla saçları seyrelmiş ve oturaklı yüz hatlarına sahip insanların karizmasına ulaşamassınız.Onlar çok erkeksidir,ağır başlıdır,beyfendidir,entellektüeldir.Bunların üstüne birde düzgün bir vücut eklendimi,o artık ınsan vasfından çıkmış,karşı cinsin gözünde ilahlaşmaya doğru adım adım ilerlemektedir.Söyleyin bana,bir jack nicholson,bir fatih terim,bir vin diesel ve bir bruce willis'deki karızma kimde var he dostlar.

Yine bir yazının son kısmına geldik canım ciğerim okurlarım.Benim at yelesi gibi saçları olan arkadaşlarım umarım kırılmamışlardır,asla zorum onlarla değil,bütün derdim kellikle dalga geçen seviyesiz tiplerledir.Şunu asla unutmayınız ki,Tanrı,bir şeye benzemek için kıla tüye ihtiyacı olmayan insanlara bu hediyeyi verir.İlk başta alışamazsınız,gerçektende zor bir süreçtir.Ama bir yerden sonra farkedersiniz ki herşey olacağına varır ve siz önüne geçilemeyecek bir karizmanın ilk adımlarını,saçlarınızı dökerek atıyorsunuzdur.

Sakın korkmayın.Kafa şekliniz,hem içeriden hemde dışarıdan,bütün bu zorluklara göğüs gerecek
donanıma zaten doğuştan sahiptir.Çünkü kellik;kader değil,bir yaşam biçimidir..

3 Şubat 2010 Çarşamba

AVATAR NEDİR, NE DEĞİLDİR..

İlk yazımın üzerinden dakikalar geçmişti.Blog alemine giriş yapmanın verdiği o çocuksu heyecanın yanında yazacak çok şeyimin olması ve finallerim bittiğinden ötürü hossura hossura geçirebileceğim yığınla boş vaktim bulunmasından dolayı yeni bir yazıyla siz değerli okurlarımın karşısına çıkmak istedim. Önce dışarı çıktım,sigara ve yanında birazcık hava aldım,kuponumuda yaptım ve sıcak yuvama,bilgisayarımın başına geri geldim. Epeydir kafamı kurcalayan bir konu vardı ve bunu yazmalıydım,evet evet yazmalıydım.Tanrı sanki beni yazmak için dünyaya göndermişti..

Başlıktan da anlayacağınız üzere konumuz şu sıralar gündemi meşgul eden,tartışılan,kimisine göre beğenilen,kimisine göre beğenilmeyen ancak çokça sorgulanan AVATAR. Açıkcası gelişi o kadar da gümbürtülü olmadı ancak ortaya çıktığı andan itibaren dünyayı etkisi altına aldı ve yanlış bilmiyorsam eğer şu an titaniğin rekorunu egale edip,sinema tarihinin en çok izlenen filmi oldu. Açıkcası uğruna bu derece emek ve para harcanan,hatta yapılması için teknolojinin gelişmesi beklenilen bir yapımın böyle bir başarıya imza atması bence çokta şaşırtıcı değil. Günümüzde Amerika'nın egemenliğinde gibi gözüken ancak özünü kokuşmuş bir devasa stüdyolar masasında çoktan kaybetmiş,başka coğrafyalarda hayat bulan sinema sanatının kendi içindeki tuhaf dinamikleri,kimi yapıtları haketmedikleri derecede zirveye taşırken,kimilerini de tarihin tozlu sayfalarına gömebilmektedir. Tabi ki burada karşımıza her zamanki şu saçma entel tartışma çıkıyor ortaya. Sanat sanat için mi,onu hayata geçiren ve anlayabilecek belli bir zümre için mi yoksa herkes için mi..? Diğer sanatlar için kesin bir yorum yapamam ancak sinemanın kendi doğrularını yerine getirirseniz o eser herkes içindir diyebilirim basitçe..

Sakın yanlış anlaşılmasın filmle kesinlikle bir zorum yok. Hani öyle büyük bütçeli, devasa, aksiyonlu,patlamalı,çatlamalı filmleri izlemem,gay'lerin lezbiyenlerin birbirlerini yaladığı fransız sanat filmlerinden alamam kendimi tarzı bir yaklaşımım hiç bir zaman olmamıştır çok şükür. Yeri gelir jet li'nin güzel güzel adam dövdüğü filmleride izlerim,yeri gelir old boy'a bakar iç çekerim. Kanımca insan sevmese bile en azından eleştirecekse bile karşıt olduğu görüş hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

Dediğim gibi filmle alakalı bir zorum yok. İki kere izledim avatar'ı. İlkinde normal izledim,ilk yarım saatinde uyumak üzereydım,sonrasında olaylar hareketlenince ve pandora beni içine çekmeye başlayınca kendime geldim.İkincisinde üç boyutlu izledim ve tabir-i caizse mal oldum kaldım. O efektler,ortam ve atmosfer hakkaten benı benden aldı.Düşünün o derece mal oldum ki film esnasında n'avi olan o mavi hatuna hakkaten sarkıntılık etmeyi planladım.Filmden çıktım hala gözümün önünden yaratıklar geçmekteydi.Hakikaten olağanüstü bir atmosfer ve teknik işçilik vardı.Hani cidden keratanın birinin çıkıpda ıyy ne salak saçma bir şeydi derse eğer taş olabileceği bir emek vardı filmde.Peki bu teknik anlamdaki başarı şans eserimiydi.. ? paranın efektlerin yada teknolojik imkanların sayesindemiydi.. ? Görünürde öyle dursada aslında öyle değil..

Terminatör,Terminatör-2,Gerçek Yalanlar,Aliens,Abyss ve Titanik desem hatta bunların arkasındaki beyine bir bakın desem sizlerden çok mu şey istemiş olurum ey sevgili okurlarım.
Neyse sizi bu soğuk havada çok yormayayım,ben cevaplayayım,tabi ki JAMES CAMERON.Her zaman derim,bir filmi beğendiyseniz oyunculara değil yönetmene bakın diye.İşte James Cameron'da bu tezimi doğrular nitelikteki adamlardan biridir. O kadar entellektüel hakaretlere maruz kalan hollywood'un yetiştirdiği,kanımca en baba yönetmenlerden biridir. Neden derseniz,şu yukarıdaki filmleri eğer başka birileri çekmeye kalkışmış olsaydı hakkaten eline yüzüne bulaştırmıştı.Ama James Cameron,ortalama yada onun altındaki senaryoları dahi (ki onlarda kendi yazdığı senaryolar oluyor genelde)ortalamanın üstünde filmler haline getirebiliyor.İşte titanik ve avatar'da bunlara en güzel iki örnektir.E şimdi bu kadar övdük bu adamı da hiç mi bir hatası,yanlışı yok.. ? Olmaz mı..

Az çok sinemayla ilgiliyseniz şu gerçeği gayet iyi bilirsiniz;iyi bir senaryodan kötü bir film kolay kolay çıkmaz.Yani en azından ben daha görmedim.Kötü yada basit bir senaryodan ise yönetmenin cambazlıklarıyla başarılı bir film çıkabilir ama bu başarı görsel yönden sağlanmış bir başarıdır. İşte titanik ve avatar,yani sinema tarihinin en çok izlenmiş iki filmi tam da bu noktada duruyolar.Titanik zayıf senaryosu ve bence son derece başarısız oyunculuklara karşın yönetmenin kendi işindeki dehası sayesinde milyar dolarlık bir getiri sağladı yapımcılarına.Ben açıkcası Kara Şövalye'nin ve Yüzüklerin Efendisi serisinin hastası bir insan evladı olarak, titaniğin gerisinde kalmalarına hayıflanır dururum.

Avatar ise bence titanikden kesinlikle daha başarılıydı ancak özünde son derece tanıdık ve sıradan bir hikayeyi başka bir evrene oturtarak,hiç bir şeyi değiştirmeden sunuyordu bize.Konuyu zaten biliyosunuzdur ama genel kalıplarıyla bakacak olursak,tüketim toplumunun özünü yitirmemiş,doğaya,tanrıya ve maneviyata dayalı yaşayan kitlelere saldırısı,onları yoketme yada kendilerine benzetme çabası ve arka planda da sorunlu bir tuketım toplumu elemanının bu savaşın merkezinde taraf değiştirip aşık olması, kahraman olması gibi bir hali vardır.

Eee.. ? bu pocahontas değilmi.. ? bu kurtlarla dans değilmi.. ? hadi daha yakına gelelim bu son samuray değilmi.. ? nedir yani farklı olan.. ? başka bir gezegende geçmesi, başka bir yapıda ve içinde barındırdığı bazı değişiklikler mi.. ? Bence bu kadar basit olmamalı.Tamam türü itibariyle klişelerin kullanımına açık ama izleyenide bir şaşırtın,bir şok edin, daha 10.dakikadan filmin finalini anlamam izin vermeyin,görselliğin içine bırakmayın beni sadece.Önümde zıplayan teknoloji harikası yaratıklara oha demektense,içeride dönen bi entrika,hikayenin içindeki bir değişiklik alsın götürsün beni benden.Sonuçta bu sanatın özü senaryo değilmi.. ?

Sonuç olarak sevgili okurlarım,başlığa dönecek olursak;avatar sinemada teknolojinin varabileceği yer,görsel anlamda seyir zevki ve sinema-teknoloji ortaklığı açısından kesinlikle son noktayı belirliyor ve geleceğede göz kırpıyor.Ancak hikaye anlatımı,senaryo,klişeler ve kullanımı açısından bana hala 25 yıl önceki kurtlarla dans'ı hatırlatıyorsa,kimse kusura bakmasın ama sinema sanatı olarak geleceğe hitap etmeyen,sadece geçmişteki benzerlerinin cilalanmış hali olarak önümüze getirilen,ışıltılı bir ürünü anımsatıyor diyebilirim..

Sizlere bir maniyle veda etmek istiyorum..

Sen dönme sakın kimselere arkanı
Ne de olsa zaman kötü
boşver avatarı,titaniği
bol bol izle temel içgüdü..

Sağlıcakla kalın..

ÖNCE BİR TANIŞALIM AMA DEĞİLMİ..

Merhaba sevgili okurlarım.Hani adettendir ya, bende bu blog alemine yeni giriş yapan bir şahsiyet olarak önce sizlere kendimden bahsetmek,bir nebze kendimi sizlere tanıtmak istedim.Merak etmeyin,az bucuk tuhaf ve yer yer komik olan hayatımı elimden geldiğince sempatik bir dozda anlatacağım.Malumunuz önce bir beni tanıyın,bir kaynaşalım,köprüleri kuralım vs vs..

Taa 1982 yılında,24 haziran'da,82 dünya kupasının yarı final maçının oynandığı ve aynı anda ramazan ayının ilk günü olduğu gece annemin sancılanmasıyla başladı herşey.Gerçekten atraksiyonlu bir doğum operasyonu sonucunda( bana anlatılanlara göre bu doğumda ayrı bi yazı konusu olucak kadar kapsamlıdır)5 kilo 250 gram boyutlarında,tabir-i caizse bir anadolu tosunu olarak dünya'ya gelmiştim.Aile,nurtopu gibi bir erkek evlatlarının daha olmasının mutluluğuyla kendinden geçmiş,adeta zafer sarhoşu olmuşken,akıllara sonradan gelen bir soru bütün bireyleri derin bir düşünceye itmiş ve fikir ayrılıklarına düşürmüştü.Bu insan güzeli yavrucağın ismi acaba ne olacaktı.. ?

Zamanın etkisiyle biraz milliyetçi (ama asla faşist değil) biraz dindar(ama asla dinci değil) aile ortamından çok enteresan 2 fikir çıkmıştı.Birincisi güzel annemin,güzel aklına nerden geldiyse Zeynel Abidin'di. El kadar yavrucağa böyle bir isim koymaya çalışma gafletine nası düştüğünü bugün bile hala anlayamadığım annemin önerisi geri çevrilmişti.Çünkü mübarek ramazan ayının ilk günü doğmuştum ve dolayısıyla hayırlı bir evlat olabilmem için adımında Ramazan olması gerekiyordu." ooh ramazana'da girdik " türünden rezil esprilere maruz kalma ihtimalimi kimse ama kimse düşünemiyordu.

Aile'nin daha milliyetçi kanadını oluşturan dayılarım ve babam işe el atmışlar ve herkesi bastırmışlardı. Olaya 32 yaşında askerde olan babam (lütfen yadırgamayın bu olay bizde genetik) son noktayı koymuş ve bu çocuğun adı Kürşat olucak demişti.Öylede oldu ama hayatım boyunca yığınla spastik esprilere maruz kalmama engel olamamıştı.(Kürtaj, kürş-at,kür-kür.. ki en iğrenci kürtajdı hakkaten..)

Çocukluğumda hemen hemen herkesin çocukluğu gibiydi ama bende bir tuhaflık vardı. Daha el kadar bi yavrucakken bile istiklal marşının ilk iki kıtasını ezbere biliyodum,arabaların plakalarını okuyabiliyordum, haritada her ülkenin yerini bulabiliyordum,başkentlerini ezbere biliyordum,başbakanlarını ezbere biliyordum.Genelde çocuklar sokaklarda misket oynarken,birbirlerini kovalarken,serserilik,zibidilik yaparken(ben o yaşlarda yapamadım ya nası içimde kalmış..)ben evde kitap,ansiklopedi okuyordum,kompozisyonlar,yazılar yazıp şu zamanki yarı apaçi yarı entellektüel kişiliğimin temellerini atıyordum.Bu şekilde içime kapanık,kabuğumu kıramamış bir halde ilkokuldan başlamıştım,liseden çıkmıştım.Ama asıl macera liseden sonra başlamıştı.

İlk senemde üniversiteyi kazanamamıştım. Açıkcası bende işin ciddiyetinde değildim ve başarılı bir öğrencilik hayatının ÖSS'de çok bir faydasının olmadığını orada anlamıştım. Zaten üniversite hayatımın ne kadar çalkantılı geçeceği ilk sınava girdiğim seneden belliydi çünkü sorular çalınmış ve artık sokaklara düşmüştü.

Büyük hayallerle hazırlandığım ikinci senemde Kocaeli üniversitesini kazanmış ve hakkaten derin bir ooooooohh çekmiştim. Tamam diyordum bütün dertler bitti yaşasın özgürlük,ortam,karı-kız vs vs..İşte bütün o özgürlük ve isyankar havanın verdiği gazla saçlar uzamıştı,tarz ise iddalı bir havaya bürünmüş ve gothic olmuştu(bugün beni tanıyanlar hala ınanamıyorlar ama gerçekten öyleydi).Kurduğum bu bütün güzel hayaller,daha İzmit'e gittiğim ilk gün yerle yeksan olmuştu.Okul adına gördüğüm yer,sanayi sitelerinin ortasında kalmış ve ölü bir şehri andıran prefabrikler yığınıydı.Yıkılmıştım.Nerdeydi ortam, nerdeydi karı-kız ve nerdeydi o üniversite havası.. ? Şu an yazarken bile duygulandım,içime iki damla gözyaşı akıttım inanırmısınız..

2000-2003 arası bu prefabrikler yığının arasında benım kabuğumu kırmam ve kötü çocuk olmayı seçmemle geçti. Çok detaya inmeyeyim ama bugün nacizhane bi kaç güzel huyum varsa, o günden aldığım kötü tecrübelerimin sonunda meydana çıkmışdır.Çok insanı üzdüm,çok insanı kırdım,eğlendiğim zamanlarda oldu ama hepsinden önemlisi ciddi ciddi hayatı tanıdım. Biraz geç olmuştu belki ama bende serseri,zibidi,it-kopuk türünde bir yaratık olmayı başarmıştım.Ama eğitim hayatım hiç bir zaman orayı kabullenemedi ve sonuç olarak ayrılık vakti geldi,çattı.(çat!)

Hakkaten kötü günlerdi.Tipsiz,obez derecesinde şişman,herkesle problemli ve yalnız bir adamdım.Dünya ile çok ciddi bir zorum vardı sanki.

Bütün bu kötü günlerin sonucunda aileyle birlikte ciddi ve bir o kadar da riskli bir karar alınmıştı.Yeniden öss'ye girecektim ve ne olursa olsun İzmit'i terk edecektim.Sonuç itibariyle öyle'de oldu ve İstanbul Ticaret Üniversitesi(bilerek baş harfleri büyük yazdım,hala itüde okuduğumu sanan salak akrabalarım var) bilgisayar mühendisliğini kazandım.Hazırlıktı,1,2,3,4 ve 4.5 derken diplomamı alacağım günlere artık fazla bir şey kalmamıştı. kısacası 20 yıllık resmi eğitim hayatım bitmek üzereydi ve benim farkında olduğum bir şey vardı.

Ben bilgisayar mühendisi olacak adam değildim.Benim sanat yapmam,sinemayla uğraşmam,yazılar yazmam,fotoğrafçılık yapmam elimden gelse dans etmem,elimde viski boynumda fular,Hıncal Uluçla birlikte bale gösterilerine gitmem gerekiyordu.Ve birden beynimde bir flash-back olmuştu.Lise 2'nin ilk günlerinde,sayısal bölümü seçtiğim güne lanet etmekteydim..

Aslında birçok yeri detayına inmeden anlattım sizlere.Neden diye sorucaksanız belki, ilerki günlerde sadece yaşadığım ve şahit olduğum hayattan değil,başka hayatlardan,başka insanlardan alıntı kelimelerde getireceğim size.Şimdilik onlar bende kalsın,zamanla zaten öğreneceksiniz.

Peki nedir bu hayattan kelimeler.. ? Açıkcası herşey. Evet bir sıkıntı,kısıtlama,tarz yada benzeri bi filtre olmayacak burada.Yeri gelecek tanık olduğum,yaşadığım olayları anlatacağım size,yeri gelicek film eleştirileri yapacağım,futboldan konuşacağım,teknolojiden,bilişimden bahsedeceğim,hatta iddaa için kupon önerileri bile vereceğim. O derece kopuk olacağız yani sevgili okurlarım.Zamanı gelecek öyle bir modda olacağım ki çok romantik şeyler anlatacağım,belki üzüleceğiz,belkide güleceğiz kimbilir.Sadece kendimin değil,başkalarının hayatlarından aldığım kelimeleride burada size aktaracağım,sizlerle paylaşacağım.

Size erkek sözü,burada iki şeyden bahsetmeyeceğim.Birincisi din,ikinciside siyaset.Eğer bir gün azıtırda sözümden dönersem hatırlatın bana sevgili okurlarım.

Farkındayım çok uzun bir tanıtma yazısı oldu o yüzden artık sonlandırıyorum.Umarım ayırdığınız şu bı kaç dakikada sizleri kendi sıkıntılarınızdan birazcıkta olsa koparmışımdır.Hatalarımıda mazur görün artık daha ilk yazım o kadar da olsun.

İlerleyen günlerde tekrar görüşmek üzere sevgili okurlarım.Sağlıcakla kalın..